İstanbul’dan Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’a gitmek için 11 saat süren yolculuğun en güzel yanı, zamanla ilgilenmemek ve saate takılmamak.. Türkiye’de saat 18:30, mevcuttaki konumda saat 21:30 ve varacağın konumdaki saat ise 23:30.. Dedim ki zaman gerçekten sayıların üst üste yığılmış olduğu bir kavram.
Bu yolculuğa çıkmadan önce açıkçası biraz endişeliydim çünkü bu kadar uzun süre hiç uçmamıştım. Korktuğum gibi de geçmedi. Yola çıkmadan önce Netflixten çevrimdışı izlemelik dizi/fim indirmiştim, onları izledik, kitap okuduk, uyuduk vs. Singapore Airlines uçağıyla İstanbul’dan 13:30 da ayrılıp 10 saat 30 dakika süren yolculuk sonunda nihayet Singapur’a ulaştık. Hiç bekleme yapmadan aktarma yaparak, 1 saatlik uçuş sonrasında da Kuala Lumpur havalimanına vardık. Kuala Lumpur havalimanında kendinizi adete bi alışveriş merkezinde gibi hissedebilirsiniz, ayrıca havalimanında binalar arasında geçişte, örneğin bagaj tesliminde, trenle liman içinde ilerliyorsunuz ayrıca bagajı da pasaport kontrolünden sonra teslim alıyorsunuz. Özellikle bu bagaj tesliminin pasaport kontrolünden sonra olması çok ilginç, yani pasaport kontrolünden geçemezsen o bagaj ne olacak düşüncesi ya da ülke pasaportunu onaylayacağını önceden garanti ediyor fikri akıllara geliyor.
Her neyse; bildiğiniz üzere Malezya vizesiz seyahat edebileceğiniz ülkeler arasında. Vizesiz giriş yapılan bazı ülkelere pasaport kontrolünden önce bir form doldurulması istenirken Malezya’da böyle bir durum olmaması işleri daha da kolaylaştırıyor. Velhasıl pasaport kontrolünden geçtik, bagajımızı aldık ve otel gitmek için Grab uygulaması aracılığıyla bir taksi çağırdık. Bu uygulama uberin Malezya’daki karşılığı olup uberdeki gibi ücretin ne kadar tutacağını önceden öğrenebiliyor ve aracı harita üzerinde takip edebiliyorsunuz. Hem yolun 11 küsür saat sürmesi hem de saatin Türkiye’den 5 saat ileride olması dengemizi bozmuş olduğundan, ilk günümüzü uyuyarak dinlenmeye karar verdik.
Kaldığımız otelin priz girişleri İngiliz olması nedeniyle dinlendikten sonra hem yemek yemek hem de priz için dönüştürücü almak üzere odamızdan ayrıldık. Şehrin merkezinde olan Petronas İkiz Kulelerin olduğu yere yürüyerek gittik. Bu finans ikiz kuleler 2004 yılına kadar dünyanın en yüksek binasıymış ve inşası için 1,6 milyar dolar harcanmış. İçerisinde ofisler, alış veriş için mağazalar var. Gündüz çok bir olayı yok ama özellikle akşamları, ışıklandırmalar sayesinde harika görünüyor. Bu arada, kulenin 86. katında seyir terası da var. Kuala Lumpur’u tepeden izlemek isterseniz çıkabilirsiniz. Bilet fiyatları ise şu şekilde
1 yetişkin : 80 MYR (Bugün itibariyle 110,00 TL)
12 yaş altı : 33 MYR (Bugün itibariyle 45,00 TL)
3 yaş altı ise ücretsiz olan bu biletlere resmi web sitesinden satın alabilirsiniz.
İkiz kulelerin altındaki alışveriş merkezinden priz dönüştücüyü alıp Madam Kwan Restaurantına oturduk. Aslında amacımız en meşhur lokal yemek olan nasi lemak yemek olsa da bitmiş olması nedeniyle başka güne erteledik. Sipariş etmiş olduğumuz yemekler gayet lezzetli ve yer yer baharatlıydı 🙂 Sonuç olarak aç kalmadığımız için gayet mutlu ayrılıp otelimize geri döndük.
Aradaki saat farklılığına henüz alışamamış olmalıyız ki ayarsız bi saatte uyanıp odada biraz kitap okudum. Sonrasında otelin kahvaltısına katılıp ardından Grap uygulamasıyla taksi çağırdık ve Thean Hou Templ’i görmek için yola koyulduk. Şehir merkezinin biraz dışında olan bu tapınağı görmek için oldukça heyecanlıydım çünkü hayatımda ilk kez bi tapınak ziyareti gerçekleştirecektim. Öğle saatlerine doğru varmış olduğumuz için hava oldukça sıcaktı ve sıcak olmasına rağmen sanırım iki saatten fazla zaman geçirdik diyebilirim. Tapınağın her bir köşesini görmek, fotoğraflamak, ibadet edenleri izlemek ve anlamak istedim. Hatta onlara bile katıldım. Bağış neticesinde verilen tütsüyü yakarak dualarına dahil oldum. Ki bu tarz davranışları yapmanızı tavsiye ederim, gittiğiniz yerin kültürüne katılın sadece izlemeyin! Ancak o zaman oranın tadını alabilirsiniz.
Buradan sonra tekrar Grab aracılığıyla taksi çağırdık ve Perdana Botanical Garden’a doğru yol almaya başladık. Vardığımızda ise böyle bir yeşil alan olamaz dedim. İçerisinde yürümeye başladıkça etrafta gezinen sincaplar, kocaman kertenkeleler gördükçe doğalarında özgür olmalarına çokça sevindim. Bu Perdana Botanical Garden 1888 yılında 92 hektarlık bi alan üzerinde kurulmuş. İçerisinde neler var neler, tüm gün dolaşılabilir tabi sıcağa dayanabilirseniz 🙂 Her neyse içeride kısım kısım ayrılmış bahçeler mevcut Kuş Parkı, Geyik Parkı, Kelebek Parkı ve Orkide Bahçesi gibi.. Kuş Parkındaki minik dostlarımızın sesleri şahane, sürekli farklı bi ton duyuyorsunuz 🙂
Sanırım mevsim nedeniyle Geyik Parkını göremedik :/ Ama Kelebek Parkı bu zamana kadar gördüğüm en güzel bahçeydi diyebilirim. İçeriye girer girmez etrafta bir sürü kelebek uçuştuğunu görüyorsunuz. Bazıları yere konuyor ve siz üstüne basmamak için dikkatle yürüyorsunuz öyle bir yer hayal edin, her yer ama her yer rengarenk kelebek! Bu renk cümbüşüyle de baya vakit geçirdik, oturup akşama kadar izleyebilirdim 🙂
Sonrada tekrar Grab’den taksi aracılığıyla şehir merkezine yakın olan Central Market’e geldik. İstanbul’daki kapalı çarşıyı andırıyor. Hediyelik eşyacı dolu içerisi, fiyatlar ise bir yan sokakta bulunan Çin Mahallesi’ne göre yüksek ve hemen hemen aynı ürünler satılıyor. Central Parkta dolaşırken yağmurun başlamasıyla burada lokal bi restaurantta yemek yemeye karar verdik. Yemek seçimi konusunda zorlanmadık, menü yelpazesi oldukça geniş. Eğer onların mutfağı size göre değilse global yemekler de mevcut, örneğin biz bu sefer snitzeli tercih ettik ve gayet de lezzetliydi. Yemekten ve yağmurdan sonra bi yan sokakta bulunan Çin Mahallesine geçtik. Burada taklit ürünler, plastik eşyalar, magnet, hediyelik eşyalar var. Klasik bir alışveriş muhiti diyebiliriz. Yerel meyveleri tadıp, hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz.
İlk gün için planladığınız noktaları tamamladığımız için şehirde yürümeye karar verdik ki bu her zaman bize çok şey katmıştır. Dolaşırken Sultan Abdul Samad Binasının fotoğraflarını çektik, biz içeri girmeyi denemedik ama önceden okuduğum yazılarda da içeri girişin serbest olmadığını, devlet dairesi olarak kullanıldığını öğrenmiştim.
Şehir merkezinde yürürken her yerden ikiz kulelerin gözükmesi ister istemez farklı açılardan fotoğraf çekilme isteğini uyandırıyor. Biz de dayanamayıp binanın önünde bir çok kez kareye kendimizi sığdırdık ? Sonrasında AK Avenue alışveriş merkezinde kahve içip odamıza geri döndük. Ertesi gün için Batu Caves’e sabah erken saatlerde gitmek üzere plan yapmış olsak saat değişimine tam olarak adapte olamadığımız için geç saatte uyandık ve günün planını değiştirmek zorunda kaldık. Kahvaltı için Petronas İkiz Kulelerin altındaki alış veriş merkezi olan Suria KLCC’deki San Francissco’da bir şeyler yedikten sonra yakındaki Aquaria KLCC’ye gitmeye karar verdik. Hayatımda gördüğüm en güzel akvaryumdu diyebilirim. İstanbul Florya’daki akvaryum da güzel ancak burada deniz altındaki dostlarımızı çok daha yakından görme şansına sahip olduk. Köpek balıklarına hiç bu kadar yakın olmamıştım. Bizim gittiğimiz dönemde her gün saat 15.00’da balıkların beslenme etkinliği oluyor. Görevli iki kişi akvaryuma girerek balıkları besliyor sizin de bu ana yakından tanıklık ediyorsunuz.
Bu mavi turumuzdan sonra Menara Kuala Lumpur ( KL tower ) yanındaki KL mini zoo’ya gitmeye karar verdik. Bu arada şunu belirtmek istiyorum. Biz Menara Kuala Lumpur ( KL tower )’a veyahut Petronas İkiz Kulelerine çıkmadık. Şehrin tepeden manzarasını görmek yerine şehrin içinde tecrübe kazanma fikri daha cazip geldi. Menara Kuala Lumpur ( KL tower )’a çıkmak 49 RM, bu kuledeki sky box’a çıkmak 99 RM. Açıkçası bu ücretleri ödemektense şehirde başka aktivitelere katılmak daha çekici geliyor. KL mini zoo girişi için kişi başı 30 MYR ödedik (bugün itibariyle 41,00 TL), girişinde harika renklere sahip iki papağan sizi karşılıyor. İçeride çok çeşitte hayvan dostumuz olmasa da hepsini yakından görme hatta bazılarına dokunma, besleme şansını elde edebiliyorsunuz. Kaplumbağalar, tavşanlar zaten dışarıda herhangi bir tel örgü içerisinde dahi değil.
Kısa süren bu ziyaretimizin ardından kişi başı 20 RM (bugün itibariyle 27,50 TL9 ödeyerek Menara Kuala Lumpur ( KL tower ) yanındaki Kuala Lumpur Upside Down House’a gittik (Türkiye’de her zaman gitmek isteyip de bi türlü nasip olmayan bi etkinlik benim için) ve kahkahalara boğularak fotoğraf çekildik.
Bu sırada acıktığımızı hissettik ve ilk gün yiyemediğimiz Nasi Lemak’ı yemeye karar verdik. Grab şoförünün tavsiyesi üzerine Pelita Restaurantına gittik, ancak hem içeride klima olmaması hem ağır yemek kokusu nedeniyle bize çok cazip gelmedi ve yine ilk gün gittiğimiz restaurantta yani Suria KLCC içindeki Madam Kwaz’a gittik. Önünde uzunca bir kuyruk olsa da sıra çabuk ilerliyor, bu nedenle yine de erken gitmenizi tavsiye ederim. Buranın lokal yemeği olan Nasi Lemak’ı sonunda tatma fırsatımız oldu. Tavuk, pilav, haşlanmış yumurta ve yanındaki çiğ sebzelerden oluşan yemeği biz beğendik ancak baharatlarla arası iyi olmayan beğenmeyebilir.
Bu arada okuduğunuz web sitelerinde şunu çok göreceksiniz “yemeklerde çok fazla baharat var”, evet doğru yemeklerinde baharat var ancak eğer memnun kalmazsanız bu aç kalacağınız anlamına gelmiyor, global yemekler de oldukça fazla. Sokakların kötü koktuğuna dair düşünceye de katılmıyorum. Sadece sıcaklık ve nem çok fazla olduğu için boğucu olabiliyor. Her neyse yemekten sonra yine Suria KLCC içindeki Godiva’dan dondurma alıp dolaşmaya karar verdik. Sokaklarda dolaşırken güvenlikle ilgili herhangi bir olumsuz durum yaşamadık ve görmedik. Türkiye’de aldığınız güvenlik önlemlerini almanız yeterli olacaktır.
Buradaki son günümüzü Batu Cavese ayırmıştık. Sabah uyanıp San Francisco Coffee’de kahvaltı yaptıktan sonra şehirden ortalama 45 dakika uzaklıktaki hedefimize ulaşmak için Grab aracılığıyla taksi çağırdık. Dünyanın en büyük Mağara Hindu Tapınağı olan bu dini mabed, aslında kireçtaşı falezleri içerisine kurulmuş kocaman mağaralardan oluşan bir yer. Girişinde 43 metre yüksekliğindeki Hindu Tanrı Lord Murugan heykeli sizi karşılıyor. Yerden ise tam 272 basamak aşıldıktan sonra ulaşılıyor. Bu mağarayı asıl önemli yapan şey; Hinduların günahlarından arınmak için gelip, dua ettikleri yer olması aslında. Her yıl milyonlarca Hindu, bu mağaralara gelip içerisinde yer alan tapınaklarda günahlarından arınıyorlar.
Merdivenlerden çıkarken size eşlik eden maymunlara dikkat etmenizi tavsiye ederim, elinizdeki yiyeceği almak isteyebilirler, korkmazsanız maymun dostlarımız muz ve fıstığı çok seviyorlar, onlarla paylaşabilirsiniz. Burayı görmeden Malezya’dan dönmemek lazım ayrıca bol uzun pantolon ile omuzları kapatan bir üste ihtiyacınız olacak 🙂
Kuala Lumpur için işaretlediğimiz yerler bittiğine göre artık gönül rahatlığıyla otelimizdeki havuzda dinlenebiliriz diye düşündük 🙂
Bu harika şehre bence üç gün yeterli ama ben öğlene doğru uyanayım kendimi çok yormayayım vaktim de bol diyorsanız dört güne de dağıtılabilir. Keza biz ilk gün uçuş yorgunluğu ve saat farkından dolayı dinleniriz diye düşündük ve dört gün ayırdık, tercih sizin 🙂 Kuala Lumpur’dan sonra rotamızı Tayland, Phuket’e çeviriyoruz. Eğer Phuket yazımı merak ediyorsanız tıklayın ?
No Comments